MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
Mustafa Yıldızdoğan Fan Sitesi Lütfen Giriş Yapın Yada Kayıt Olun...desteklerinizi bekliyoruz
MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
Mustafa Yıldızdoğan Fan Sitesi Lütfen Giriş Yapın Yada Kayıt Olun...desteklerinizi bekliyoruz
MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ


 
AnasayfaMustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı Icon_mini_portalLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

İrtibat İçin Lütfen ulkudadas@hotmail.com il irtibata geçin... Sitemizi Büyütmek İçin El Ele Verelim...

 

 Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
ulkudadas
Admin
Admin
ulkudadas


Erkek
Mesaj Sayısı : 167
Yaş : 38
Nerden : Erzurum&Elazıq
İş/Hobiler : Üni-Ögrenci
Lakap : myd
Kayıt tarihi : 15/08/08

Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı Empty
MesajKonu: Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı   Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı I_icon_minitimePerş. Ağus. 21, 2008 3:40 pm

MUSTAFA YILDIZDOĞAN:
“benim sınırlarımın dibinde, Ebulgarip Cezaevi’nde Müslüman ıraklı kadınlara yapılan o vahşeti ve dehşeti gördükten sonra hâlâ bu imamlar susuyorsa, hâlâ bu müftüler susuyorsa, hâlâ diyanet susuyorsa ben de diyorum ki; şu alnımızı secdeye çaksak ve Allahın verdiği ömür mahiyetinde yetmiş yıl boyunca secdeden kaldırmasak, yarın o kadın gelecek ve aynı şekilde kıyamet gününde bizim yakamıza yapışacak”


Yağmurlu bir haziran günü, Mustafa Yıldızdoğan ile Bafra konseri öncesinde konuştuk. Sıcak bir atmosferde bizi karşılayan ve sorularımıza ilgiyle uzun uzun cevaplar veren sanatçı ilginç açıklamalar yaptı. İlgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz bu röportajın oluşmasında içtenlikli cevaplarından ötürü sanatçıya bir kez de buradan teşekkürlerimizi iletmek isteriz. Sözü fazla uzatmadan yer yer hüzünlü, yer yer keyifli ancak kesinlikle samimi bu söyleşi ile sizleri baş başa bırakıyoruz.

Röportaj: Hatice Adalar


Öncelikle konserinizden önce zaman ayırıp söyleşimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
— Rica ederim, ne demek buyurun.

Biliyorsunuz içinde bulunduğumuz aylar özellikle gençleri ve bütün Türkiye’yi etkileyen üniversite sınav zamanı. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
—Valla ben çocuklarımıza acıyorum, çünkü benim de üç tane çocuğum var. Dolayısıyla ortaokul üçte başlayan bir maraton. Çocukların tam gelişme çağında varsa yoksa üniversite. Hâlbuki öyle bir sistem ki; bu kadar gençliği olan bir milletin, bir devletin liseyi bitirdikten sonra, üniversite maratonu içerisinde yetişmiş insanlarını kanalize edebilecek noktaları yerleri ayarlayamadığımızdan sokakta patates satan, simit satan o kadar çok üniversite mezunu insanlarımız var. İşte bu yazık ve ben çocuklarımıza acıyorum.

Birde katsayı adaletsizliği var, imam hatipleri bertaraf etmek için başlatılan ve bütün meslek liselerini de etkileyen bu adaletsizliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

— Evet, tabiî ki eşitsizlik var, aynen öyle. Bu millete de acımak lazım. Bu problemleri çözeceğim diye gelenler bakıyorsunuz ki gömlek değiştirdim diyor. Oy isterken namusum şerefim diyerek söz veren insanların iktidara gelince gömlek değiştirmeleri bu milletin garipliği. Bu milletin cahilliği demiyorum, garipliği…

Bunu özellikle iki üç dönemdir görüyoruz.

— Evet görüyoruz.

Biliyorsunuz bir diğer kanayan yara da başörtüsü sorunu. Şimdi üniversiteye kayıt zamanı, ancak geçtiğimiz sezon sonunda başta Erzurum olmak üzere mezuniyet törenlerinde bile yaşanılan başörtüsü zulmü hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

—Şimdi bir düşünür diyor ki idealsiz ilim adamı (sözümüz meclisten dışarı) yükü kitap dolu olan merkebe benzer. Dolayısıyla öyle bir memlekette yaşıyoruz ki bir PKK terörü zamanında 30 bin can vermişiz. O şehit ailelerine baktığımız vakit o şehidimizin anasının, yengesinin, eşinin, bacısının hepsinin başında türban var. Hiçbir kimse, Allahın bir kulu çıkıp da bu şehit töreninde kadınların başında türban var demiyor. Bu memlekete canını veren insanların normal sosyal hayat içerisinde türban takmaları niye problem oluyor? Can verme hususunda “evet siz canımızsınız, ciğerimizsiniz” ama farklı konu olduğu vakit giremezsiniz. Bir ilim yuvasında; bizim inancımız, bizim kültürümüz ve global dünya anlayışı içerisinde baktığınız vakit insanların beyinlerine bakarlar. Ama biz hâlâ türbanda kalmışız. İşte bu neye benzer; Fatih Sultan Mehmet rahmetli İstanbul’u fethettiği vakit kilisede papazların melekler dişimi erkek mi muhabbetine benzer. Yazık… Bu milleti bir adım ileriye götürebilecek eğer ilim ise ve bunun vasıtası, direksiyonunun başı da bu ilim adamları ise biz yandık.

Bir televizyon programında ki konuşmanızda “Ben artık çocuğumu askere göndermek bile istemiyorum” demiştiniz. Sizi bu düşünceye iten sebep neydi?

—Doğrudur, ben Türk milliyetçisiyim. Elhamdülillah ben şunu da ifade etmek istiyorum; aklı erdiğinden beri namazını kılan, dini vecibelerini yerine getiren bir insanım ve sanatçıyım. Allaha binlerce şükür dudaklarından ne çıkıyorsa hayatına tatbik eden, hayatına tatbik ettiğini dudaklarıyla insanlara aktaran bir insanım. Hatta bazı espri de yaparım ki; ben yirmi yıldır kilomdan bile taviz vermemişim, ne artmış ne eksilmişim. Şimdi bu olaya baktığınız vakit bunun acısını nerde duyuyorum. Ben Bingöl’den geliyorum, üç gün önce Bingöl konserimiz vardı ve orda yolun kenarında tanklarda askerlik yapan askerlerimizle görüştük. Zannedilmesin ki bu şehit olan gençlerimiz sırf devlete sadakat yüzünden veya mecbur emir mahiyetinde olduğundan dolayı askerdeler. Bu çocukların özünde olan bir özellik vardır. Bizi biz eden bir özellik; bakara suresinde yüce mevlam diyor ki “Allah için vatan için öldürülenlere ölü demeyiniz onlar diridir.” Şimdi sırf bu müjdenin doğrultusunda o çocuklarımız şehit olmuş. Bu nasıl bir memlekettir ki bu çocuklarımıza, bu askerlerimize kurşun sıkan teröristi affedildi sokağa bırakıldı, elebaşısı İmralı’da otelde, tatilde yaşıyormuş gibi yaşıyor. Ondan sonra bunlara yardım ve yataklık yapan vekiller gündüz canlı ekranda, televizyon yayınıyla serbest bırakıldı. Ve geciktirildi ki hapishanenin önünde izdiham oluşsun. Ondan sonra bakıyorsunuz ki bu milletin satıla satıla her şeyi satıldığı gibi Cuma hutbesindeki ayetime karışılır hale geldi. O zaman ben aptal mıyım, geri zekâlı mıyım? Bu memlekette hiçbir zaman bir başbakanın, bir bakanın, bir cumhurbaşkanını, bir milletvekilin çocuğu şehit olmuş mu; olmamış. Niye? Çünkü onlar doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde askerlik yapmıyor. Yalılarına iki yüz metre mesafede askerlik yapıyor. Dolayısıyla öyle bir düşüncem var. Bu zannedilmesin ki; milliyetçilik duygum, vatana, millete olan sevgim, saygım azaldığından dolayıdır. Değil. Ama ben diyorum ki hak edenin cezası yerine getirildiği vakit çocuğum da feda, eşim de feda, benim canım da feda olsun bu vatana, bu millete. Ama bu ahlaksızlıklar, bu çifte standart olduğu müddetçe ben çocuğumu göndermek istemem.

Vakit gazetesinde yayınlanan röportajınızda Kürtçenin yasak olmasına karşı olduğunuzu belirtmiştiniz. Doğrusunu söylemek gerekirse bir milliyetçiden bu açıklamayı duymak biraz şaşırtıcı olmakla beraber son derece sevindiriciydi.

—Estafirullah, teşekkür ediyorum. Yani insanız nihayetinde, beşeriz ve insanların şeytandan dolayı yasağa olan bir meyli vardır. Şeytan çok tecrübelidir Âdem ile Havva’dan beri vardır ve o milyon yıllardan beri şeytan görevini yapmaktadır, çok tecrübelidir. Allah bizi dünyaya getirmiş kısacık bir ömür vermiş, atmış yıl. Ben şeytanın varlığını tanıyabilmem için zaten ömrü yarılıyorum, şeytanı tanıdıktan sonra şeytana karşı bir cephe, zırh alasıya kadar ömrüm bitiyor. Bu inanç yönünü söylüyorum. Diğer taraftan yasak edilmiş, ama kardeşim bu konuşuluyor. Türkiye cumhuriyeti devletinin bir tek dili vardır; resmi dili Türkçedir. Diğer taraftan zaten konuşulan bir şey, al müzikte serbest bırakıldı Bafra’da ben göremiyorum bir Kürtçe kaset, işte ben Konya’da göremem bir Kürtçe kaset, dinleyende yok zaten. Allah’a binlerce şükür, Edirne’den Kars’a kadar gidiyoruz. O zaman gidiyorsak bu memleket bizimdir ve bu memlekette yaşayan bütün insanlarındır. Herkes benim gibi düşünmek mecburiyetinde değildir, Allah dileseydi herkesi tuğla gibi eşit çapta, eşit kütlede, eşit renkte yaratırdı. Sonuçta bizi ayırabilecek hiçbir ayrım yoktur, söz konusu değildir.

Biraz da medyadan bahsedelim, son kasetinizde siz de zaten buna vurgu yapıyorsunuz “satan satana” ile. Bir genel medya var bir de daha muhafazakâr bildiğimiz medya. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

—Valla medyaya benim bakış açım aynı, ulusal medya. İşte yetmiş milyon Müslüman Türk milletinin duygularını ifade eden bir medya değil. Sizin muhafazakâr dediğiniz medya ile diğer medyanın bakış açısı bana aynı, yani bana bakış açıları aynı. Mesela aşağılık kompleksi vardır; ben başından beri söylüyorum; vatanını milletini seven bir Türk milliyetçisiyim ama elhamdülillah Müslüman’ım ve onu yaşayan bir insanım. Eğer siz din ile alakası olmayan, tasavvufla alakası olmayan, inançla alakası olmayan, ahlaki değerleriyle alakası olmayan insanları popüler olduğundan dolayı veya küçücük bir sohbette küçücük bir mısra ile Allahtan, dinden bahsetmiş diye onu baş tacı yapıyorsanız. Burada ben de diyorum ki kimsenin çok iyi Müslüman veya az Müslüman ya da yetersiz Müslüman olmasının ölçüsü kimsenin elinde değil. Kul ile vicdanın, Allahın arasında olan bir şey. Dolayısıyla şimdi ben bakıyorum onbeş yıllık, yirmi yıllık sanat geçmişim var, muhafazakâr kesimin basınına baktığınız vakit veya televizyonlarına baktığınız vakit ben Show tv’ye daha çok çıkıyorum, Star’a daha çok çıkıyorum Kanal d’ye daha çok çıkıyorum. Hâlbuki benim gibi düşünen, benim gibi dünyaya bakan göz ile hemhal olmamız lazım, ama bu olmuyor. Niye? Burada benim milliyetçilik duygumun varlığından, yani Türk olduğumu ibare etmemden kaynaklanıyor; ama vatan sevgisi imandandır diyor. Yani millet kavramı var dinimizde onun için medyayı ben yetersiz görüyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://mustafayildizdogan.hareketforum.com
ulkudadas
Admin
Admin
ulkudadas


Erkek
Mesaj Sayısı : 167
Yaş : 38
Nerden : Erzurum&Elazıq
İş/Hobiler : Üni-Ögrenci
Lakap : myd
Kayıt tarihi : 15/08/08

Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı Empty
MesajKonu: Geri: Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı   Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı I_icon_minitimePerş. Ağus. 21, 2008 3:43 pm

Mesela sizi TGRT’de daha fazla görmeyi beklerken…
—Evet, onu da ben söylemişimdir. O vatandaşların sahibi olduğu, ana hedef insana da bir gün demişimdir ki; yarın ahirette iki elim yakanızda olacaktır. “Hayırdır, biz sizi seviyoruz.”dedi. Sevmeniz yetmiyor; ben bu mücadeleleri verirken siz piyasanın kaşarlanmış, ne idiğü belirsiz, ahlaki yönden bitmiş sanatçıların altına jeep çekerken, villa verirken, onları ekonomik olarak beslerken, bana yalnızca sevginiz yetmez ve ben hak iddia ediyorum. Niye? O televizyonun kurulmasında benim insanlarımın hizmeti var, benim bacılarımın bilezikleri var; bir yerlere geldikten sonra, siz bunları unutup piyasanın kaşarlanmışlarını alıp, onlara trilyonlar harcıyorsunuz. Ben vebal olarak görüyorum. Allahın izniyle kıyamet gününde Allahın huzurunda onların yakasına yapışacağız. Açıkçası medyayı yeterli bulmuyorum. Müslüman insan korkmayan insandır; Müslüman insan inandığı davada peygamber efendimizin, ashabı kiramın vermiş olduğu mücadeleleri veren insandır. Müslüman insan gelene ağam gidene paşam diyen insan değildir; inancını ve idealini her ortamda yaşayan insandır. Dolayısıyla ben o; yani muhafazakâr basını da yeterli bulmuyorum ve kaypak buluyorum. Ama bu çarkın içerisinde benim gibi inancına, ailesine, vatanına, milletine sahip olan birinin de var olması; adam gibi inançlarıyla, taviz vermeden ortaya çıkması ve ayakta kalkması da Allaha binlerce şükür bunu da Allahın bana bir lütfu olarak kabul ediyorum. Ve benim gayem o çarkın içerisine girip heder olmak, bitmek değil; benim gayem ve benim kızıl elmam, benim ülküm o çarkın içerisine girip o çarkın dişlerini kırmak.

Çektiğiniz kliplerde kendiniz rol alıyorsunuz, örneğin önceki albümlerinizde yer alan “deli kız” şarkısının klipinde rol arkadaşınıza sarılıyorsunuz. Bunun tersini, yani eşinizin klip icabı bir başkasına sarılmasını kesinlikle kabul etmeyeceğinizi biliyoruz ama siz yapıyorsunuz, neden? Neden diyorum, çünkü siz gençlere örnek oluyorsunuz.

—Tabi doğru, ben eşimi göstermek istemem, bugüne kadar da göstermedim. Şimdi ben size daha açıkça söyleyeyim. Gebze’de bir konserimiz vardı, böyle geniş bir salonları var. Ocağın muhabbetinde genç arkadaşlar sordular, bu güne kadar işte kız oynatmıyordunuz, hadi kız oynattınız, niye sarıldınız? dedim ki gardaşım benim hanımım bişey demiyor size ne oluyor, yani dediğiniz doğru… Yani bir takım şeyleri de anlatamıyorsunuz, yani, ee… siz haklısınız…

Bir de “saçların” klipiniz vardı bu klipinizle açıklığı teşvik etmiş olmuyor musunuz?
—sizin pencerenizden doğru, benim penceremden de doğru. Benim eşim kapalıdır, benim anam kapalıdır, benim sülalem kapalıdır ama benim bakış açım o konuda biraz daha farklı. Ben otuz sekiz, otuz dokuz yaşına gelmişim ve yedi yaşımdan beri cami cami gezerim, ibadetimi yapmaya çalışırım. Diyorum ki inanç; kılıkla kıyafetle, davranışla olacak şeyler değildir. İnanç yürekle, vicdanla Allahın arasında olan bir duygudur. Dolayısıyla iffet güzel bir olaydır, hicap güzel bir olaydır, utanma duygusu güzel bir olaydır ki insanlarda var olan bir özelliktir. Küçük numunelerle İslamiyeti anlamak, küçük numunelerle islamı anlatmak gerçekten yanlıştır. Ashabı kiramdan bir örnek vereyim; peygamber efendimiz Kâbe’yi fethederken Hz Ebubekir efendimiz Hz. Ali’yi Kâbe’nin yönetimine düşünür. Peygamber Efendimiz der ki; “bugüne kadar bu Kâbe’yi yöneten kimseden halkın bir rahatsızlığı var mı, ahlakı nasıldır, zulmeder mi?” “Hayır etmez, çok iyi bir insandır.” O zaman aynı yönetici kalır ve o yönetici henüz Müslüman olmamıştır. Kâbe’yi fethettikten sonra eski yönetici kalmıştır ve Hz. Ali Efendimiz gibi bir insana siz durun eski yönetici devam etsin denilmiştir.
O zaman nedir, beyinleri açmak lazım, gözleri açmak lazım. Üç kıta yedi denize adalet götürmüş, din götürmüş, medeniyet götürmüş; gözü aydınlık, gözü gören, ışığı olan, ilhamı olan bir ecdadın torunlarıyız. Evet, bizim gözümüz görüyor ama ışığımız yok, benim bakış açım da budur. Onun için de kapalıymış, saygı duyarım, ne diyorum; benim eşim kapalıdır. Ama eşimin yalnızca kapalı olması çok iyi bir Müslüman demek değildir. Öyle açık kardeşlerimiz, kızlarımız, ablalarımız var ki… Onların o duygularındaki Allah korkusunu tüylerim diken diken olur dinlerim. Mesela Aydın, televizyon programı yapar, şimdi Star’a geçti. Aydın diyor ki; ben ramazan da çalışmam, ben hayatımda ağzıma içki almam, orucumu tutarım, namazımı kılarım. İşte bazı şeyleri aşmamız gerektiğine inanıyorum, beyin fırtınamızı oluşturmak gerekiyor. Peki, bu nasıl olacak ilk ayet; OKU diyor.

Okumaktan bahsettiniz, peki siz kızınızı okutmayı düşünüyor musunuz?

—Şimdi bu memlekette bu memleketin başbakanı kızını türban için Amerika’ya gönderiyorsa ki benim böyle bir idealim yok. Bakın ben size şunu ifade edeyim. Siyasetçi ile sanatçının arasında bir fark vardır; siyasetçi gider, halka iner, kendini anlatır. Halk oy verirse verir vermezse vermez. Ama sanatçı istenir, ben davet edilirim. Dolayısıyla eğer bu memlekette bu yetmiş milyon insan, evet kardeşim türbanı bu adam çözer diye oy vermiş ise ve O türban takılmıyor, zulüm var diye kendi çocuklarını Amerika’ya gönderiyorsa bir Mustafa Yıldızdoğan’ın bunu uygulaması kadar normal, tabi hiçbir şey yok. Hz Ömer’in dediği gibi: “Nil nehrinin kenarında bir çobanın sürüsünden bir tane koyunu kurt kapsa, onun vebali bana aittir.” Şimdi kendi kızı Amerika’da okusun, burslar aksın; ama diğer tarafta, Anadolu’nun en ücra köşesinde inancından dolayı başını kapatan kızlarımız üniversiteye katılmasın böyle bir başbakan olur mu? Böyle bir adalet duygusu olur mu? Tabi ki olamaz.

Mesela, şu anda karşınızda bir başörtü mağduru var.

—Ya işte… Yazık değil mi? Amerika’da okutması için, illa senin babanda mı zengin olması lazım, illa senin ananda mı zengin olması lazım. İnan ki sizlere de üzülüyorum, sizin ananıza da acıyorum, babanıza da acıyorum. Ama Tayyib Erdoğan seçilmiştir. Yani burada isim konuşmak da istemem. Fakat ben kızımı, Amerika’da okutmam, çocuklarımı özel okulda okutmam, devletimin okulunda okuturum. Çünkü mecbur okutacağım. İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız diyor.

Müslümanlar arasında bir birlik yok, paramparça. Bu konuyla ilgili neler söylersiniz?

—Bunlar normaldir, insanın fıtratında var olan özelliklerdir. Bunları ölçmemiz için bizim ashabı kiramı incelememiz lazım. Ashabı kirama baktığınız vakit; peygamber efendimizin o güzel yüzünü gören, sohbetini dinleyen, sahabelerin peygamber efendimizin vefat ettiği günün sabahı halifelik hususundaki davranışlarını analız etmek lazım. Nedir bu? Hz Ebubekir Efendimiz halife olur Hz. Ali Efendimiz biat etmez, geç biat eder. Hz Ömer olur, Hz. Osman olur; yine geç biat eder. Hz. Ali Efendimiz kendisi halife olur; bu sefer peygamberimizin hanımı Ayşe validemiz, Hz. Ali Efendimize karşı ordu kurar. Şimdi bu bakış açısıyla baktığınız vakit; biz kendi beynimizde temeli olmayan binalar yapmışız. Öyle binalar ki; taştan, betondan değil; kartondan binalar yapmışız. Kendi bakış açımızı ortaya koymuşuz, en kuvvetli biziz diyoruz, birbirimizi sevmiyoruz. Dolayısıyla paramparça olmuşuz. Biz cami seçer olmuşuz, şu şunun camisidir ona gidilmez diyoruz. Ya Allahtan korkmak lazım, hangi kitapta yazar gözünü seveyim. Dolayısıyla ilk önce kendi bünyemizle, kendi evimizle barışmamız lazım; kendi yüreğimizde bir takım şeyleri tamir etmemiz lazım ki insanlara öyle çıkalım. Bunun vebali çok büyüktür.
Beş vakit namazımı kılıp, İslam’ın beş emrini yerine getirdiğim vakit cenneti alayı garantiledim diyemez kimse. Ben imamlara kızıyorum, müftülere kızıyorum, diyanete kızıyorum. Benim öyle bir vasfım yok. Ama ben diyorum ki; benim sınırlarımın dibinde, Ebulgarip Cezaevi’nde Müslüman ıraklı kadınlara yapılan o vahşeti ve dehşeti gördükten sonra hâlâ bu imamlar susuyorsa, hâlâ bu müftüler susuyorsa, hâlâ diyanet susuyorsa ben de diyorum ki; şu alnımızı secdeye çaksak ve Allahın verdiği ömür mahiyetinde yetmiş yıl boyunca secdeden kaldırmasak, yarın o kadın gelecek ve aynı şekilde kıyamet gününde bizim yakamıza yapışacak. Müslüman demek paylaşmak demek, sevmek demek, iffet demek, vermek demek. Fakat bu ölçüleri kaybedip sevgiyi ve aşkı bir tarafa bırakıp, yalnızca şekil olarak Müslümanlık olmaz. Çünkü biz ilay-ı kelimetullah davası diyoruz. Yalnızca Allah’a inanan, Müslüman olan insanlara da değil. Biz bir zamanlar olduğu gibi bütün insanlığı fethetmek istiyoruz ve ona talibiz.
Fakat biz kendimizi, kendi bünyemizi kurtaramamışız ki… El kolumuza yabancı olmuş, göz kirpiğe yabancı olmuş, dil dudağa yabancı olmuş, riyakâr olmuşuz. Hissettiklerimizi anlatamıyoruz, anlattıklarımızı uygulamıyoruz. Bu neye benzer biliyor musunuz? Kaporta Mercedes ama motor Reno, lastikler Skoda… Yani bir hurdayız biz. Burada ben yönetimi mönetimi eleştirmiyorum, kendimi eleştiriyorum. Benim asli görevim; ilk önce Allah’a iyi bir kul, peygamber efendimize iyi bir ümmet, bu güzel ecdadıma iyi bir fert olabilmek. Ana babama iyi bir evlat olabilmek, eşime iyi bir koca, çocuklarıma iyi bir baba olabilmek. Benim ana unsurum budur. Siz temellerinizden iki üç tanesini bertaraf ederseniz bu bina ayakta durmaz.

Sanatçı olarak aynı zamanda siyasi bir duruşunuz da var. Bundan çekinmiyor musunuz? Ama buna rağmen her kesim tarafından seviliyorsunuz. Siyasi duruşunuzu sevmeyenler dahi sizi seviyor, ayrıcalıklı bir yeriniz var. Sizce bunun sebebi nedir?

—Evet, çok doğru öyle bir şeyimiz var. Ben doğuştan ülkücüyüm gözümü açtığım vakit bizim evimizde sağ tarafta rahmetli başbuğun resmi sol tarafta Mustafa Cemiloğlunun resmi vardı. Biz o ruhla yetiştik ve o ruhla bizi yetiştirenlerden Allah razı olsun.
Ama şunu da ifade etmek istiyorum ki; resmi olarak hiçbir siyasi partiye bağlı değilim, Müslüman bir Türk ülkücüsüyüm. Mesela benim PKK’lı çok hayranım da var. Bir mail gelmiştir “faşist köpek ürmeye devam et” ki nedir necidir bilmiyorum. İnsanları kırmak çok kolaydır mesaj yazmazsınız veya sensin der bırakırsınız. Fakat o insanı kaybedersiniz, ben ne yaptım “Bir insanın bir köpekle mailleştiğini sizde görüyorum saygılarımla.” Demişimdir. Ondan sonra biz açılmışızdır, diyaloga devam etmişizdir. Diyorum ki mutabık kalabileceğimiz noktaları yakalayabilirsek anlaşabiliriz, nihayetinde siz de bir insansınız bende bir insanım. Sizi de bir kadın dünyaya getirdi beni de. Sizin de iki gözünüz var benim de. Siz de ağlarsınız ben de ağlarım, siz de gülersiniz ben de. O zaman biz insanız ve beraber yaşayacaksak mutabık kalmalıyız. Benim ana aşkım farklıdır, Allah aşkım da farklıdır. Dolayısıyla o aşkları birleştirdiğimiz vakit evet biz dostuz, kardeşiz. Siyasi düşünce o kadar farklı değil ki; eğer siyasi düşünce bu kadar önemli ve ehemmiyetli olmuş olsa başımıza gelenler bu kadar değişik olmazdı. Bu millet hep Müslüman ve dini gidiyor bak. Diğer tarafta baktığınız vakit siyasi düşünce o kadar da önemli değil; ha gönül isterdi ki bu siyasi olgular keşke hiç olmasaydı.
Benden nefret eden insanlar da vardır; bundan doğal, normal hiçbir şey yoktur. Ama ben vicdanımda şunu söylüyorum “Allah’ım sen bana böyle güzel bir kabiliyet vermişsin” ve ben gönlümü seviyorum, kendi gönlüme aşığım. Gönlümde yer eden insanları seviyorum. Gönlümde ve aklımda çerçeve oluşturan, yalnız gecelerde beni ağlatan, sızlatan, saçlarımı ağartan insanları seviyorum. Allah hepsinden razı olsun. Benim ekmeğim olmuşlar, benim rızkım olmuşlar ve dolayısıyla ben üretmişim.
Bazılarının bana bakış açısı “bu ülkücüdür sevilmez kardeşim” olabilir. Fakat ben demiyorum ki “bu komünisttir sevilmez” Mahsuni’yi rahmetle hürmetle anıyorum, kültürümüze hizmet etmiş, türkü yapmış. Bizim ne aldığımız önemli değil, biz milletimize ne verebiliyoruz? Bunun hesabını vicdanımızda yapmadığımız müddetçe ne iyi bir Müslüman oluruz, ne iyi bir fert olabiliriz. Millet olarak öyle bir hale gelmişiz ki “ya bana ne verdiler ki” Bu düşünce yerleşmiş. Dolayısıyla ben siyası düşünce gözetmeksizin herkesi seviyorum.
Size kısacık bir anımı anlatıyım: 1995 yılı. O güne kadar sevmenin, âşık olmanın, gönlün yalnızca bizim milletimizde var olan bir özellik olduğunu zannederdim. Bir gün havaalanında bekliyoruz, çok güzel bir kız yanında da çok çirkin bir çocuk var. Ya kız öyle bir ağlıyor ki, o çocuğa sarılmış ağlıyorlar, oğlan uçağa binip gitti ama kızın canı, ruhu yani var ya o çocukla gitti. Kuru bir beden gibi kaldı. Dedim ki bizim iyi almanca bilen bir arkadaşa bir sorar mısınız bu neyiymiş, kimiymiş? Sevgilisiymiş deyince, ben otuz yıl yanmışım dedim. Boşuna yanmışım. Allah kulunu yaratmış ise onda bir yürek, onda bir gönül var ise herkes sever kardeşim, kimseye fren basamazsınız. Bizim eksiğimiz aşk. Piyasanın anladığı gibi aşk demiyorum. Allahın yarattığı her şeye âşık olabilme, her şeye ama her şeye âşık olabilmek. Temel olarak bunu yakalayabilmek ve kendimize âşık olabilmek. Kendimizi sevmediğimiz müddetçe, bunu gurur kibir anlamında söylemiyorum, aynanın karşısına geçip Allah’ım gözüm görüyor, kulağım işitiyor, dilim dönüyor, ayaklarım yürüyor; bunun şükrünü yapmadığımız müddetçe biz insan olamamışız demektir. Ve bu kadar da derin diyorum.

Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

—Ben teşekkür ederim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://mustafayildizdogan.hareketforum.com
 
Mustafa Yıldızdoğan - Hatice Adalar Röportajı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ :: A'dan Z'ye MyD :: Röportajlar-
Buraya geçin: