MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
Mustafa Yıldızdoğan Fan Sitesi Lütfen Giriş Yapın Yada Kayıt Olun...desteklerinizi bekliyoruz
MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
Mustafa Yıldızdoğan Fan Sitesi Lütfen Giriş Yapın Yada Kayıt Olun...desteklerinizi bekliyoruz
MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ


 
Anasayfaİçi Alev Alev Müslüman,Dışı Pırıl Pırıl Türk! Icon_mini_portalLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

İrtibat İçin Lütfen ulkudadas@hotmail.com il irtibata geçin... Sitemizi Büyütmek İçin El Ele Verelim...

 

 İçi Alev Alev Müslüman,Dışı Pırıl Pırıl Türk!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
cennettugba
Moderatör
Moderatör



Kadın
Mesaj Sayısı : 72
Yaş : 29
Nerden : Kayseri
Kayıt tarihi : 15/06/09

İçi Alev Alev Müslüman,Dışı Pırıl Pırıl Türk! Empty
MesajKonu: İçi Alev Alev Müslüman,Dışı Pırıl Pırıl Türk!   İçi Alev Alev Müslüman,Dışı Pırıl Pırıl Türk! I_icon_minitimeSalı Haz. 30, 2009 1:38 pm

--------------------------------------------------------------------------------


...
Necip Fazıl, Alparslan Türkeş’in Türk Milleti’ne sunduğu bu mesaja şu karşılığı verdi: “MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in (Türk Milletine Beyanname)sini okudum.

Pılı-pırtı odalarının raflarında dizili, kapağı arkasına devrik ve içi boş, hatta süprüntü dolu teneke konserve kutuları halindeki partiler arasında, bugünden itibaren MHP, nazarımda bambaşka bir manâ ve hüviyet sahibidir. Onu, müslümanlık ve Türklüğün gerçek hakkını vermeye namzet bir topluluk olarak anıyor ve canımın içinden selamlıyorum.

Bu beyanname, tâ Cava’daki mü’minle Amerika’daki zenci müslümana kadar bütün İslâm âlemini ihtizaza getirecek ve oluş davasını temellendirecek kıymette tarihî bir hâdisedir. İdeal yumağımızın her lifini içinde saklayan bu tohum İslâm âleminin Türkiye’den beklediği zuhur ve tecellinin tohumu...

Türkeş, beyannamesinde dört ana esası, bir binanın dört direği halinde vazetmektedir:

1- 1960 gece baskınının sorumluları arasında değildir.

2- Posa ve kabuk kavmiyetçiliğinden uzak ve ruhî muhtevaya tâbi manâda milliyetçidir.

3- Başını dayadığı tek ruhî muhteva, yine tek kelimeyle ve bütün ölçüleriyle İSLÂM’dır.

4- Son 150 yıllık taklit devremizin bütün sahtekârlıklarını tezgâhlayacak ve gerçek oluşu billûrlaştıracak bir tarih revizyonuna taliptir.

Ne mebus, ne senatör, ne bakan, ne şu, ne bu!... Allah’ın bana biçtiği manevi makam ve memuriyeti bunlardan hiçbiri tercüme edemez. Bu bakımdan en canhıraş ihlâs ve hasbîlik kürsüsünden haykırıyorum: 40 yıllık mücadele ve yepyeni bir gençlik inşaası hayatımda, bugün, bu beyannameden, bu beyannamenin sahibine ve partisine taktığı şeref ve mes’ûliyet bâzubendinden sonra, artık, emin olmaya yakın bir ümit nefesi alabilirim.

150 yıldır hergün biraz daha arttırıcı bir hasretle kurtarıcısını bekleyen Türk Milletine beklediğiniz geliyor!... müjdesini vermenin ilk ümid günü bu tarihi andır.

“Emin olmaya yakın ümid” ışığının çaktığını gördüğüme ve bu ışığı nice defa hayal edip de karanlıklara düştüğüne göre, bundan böyle yeni inkısarlara tahammülü kalmayan yanık yüreğimi, dâva yolunda en küçük istikâmet hatâsına razı olmaz bir hassasiyetle bu beyannamenin halkaladığı sıcak avuçlara bırakıyor ve 40 yıllık emeğimin semeresini bu çevrenin aksiyoncu ruhundan bekliyor ve istiyorum!

İçi alev alev müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben oradayım.

Allah’ın inâyeti ve Resûlünün ruhaniyeti bu yoldakilerin üzerinde olsun!...” (İmza)

Bu beyannameler ikisi bir arada imzalanıp bastırılarak, ülkenin en ücra köşelerine kadar her bölgede dağıtıldı. Necip Fazıl, buna bağlı olarak Kayseri, Konya, Ankara, İstanbul gibi önemli merkezlerde, MHP’nin büyük seçim mitinglerine Alparslan Türkeş’le birlikte katılarak tarihî hitabelerde bulundu. Hava alanlarında kendisini karşılayan ülkücü gençlerin, sarsılmaz bir disiplin içindeki heyecanlarını, onlarla birlikte yaşadı. Kendisiyle yakın temas kurarak sohbet imkânı bulanların fikrî arayışlarındaki samimiyete, ihlâsa şahit oldu. Onları daha yakından tanıdıkça, özlediği Türk gençliğinin büyük aksiyonlara gebe damarını yakaladığına inandı; ve İslâm inkılâbının bütün müslümanları kurtarmak üzere bu damardan fışkıracağına “emin olmaya yakın ümid”lerle yüreğini doldurdu. Ülkücülere düşman olup da, bu düşmanlıklarını bitmek tükenmek bilmez iftiralarla sürdürmeye devam eden siyâsî ve ideolojik gruplara karşı kalemini âdeta yeniden biledi. Başta Bülen Ecevit olmak üzere diğer sol gruplara karşı en sert hücumlarla, polemik gücünün eskimeyecek misâllerini, asla tekrara düşmeden sergiledi. Ülkücülere, “Artık yalnız değilsiniz!...” diye seslenirken, kalemini onlara siper eyledi. İki eski siyasî ortak CHP ve MSP’yi “Fesatta çifte yâran olarak” millete takdim etti. Bu ortam içinde yepyeni bir kimlik ve “Türk’ün Ruh Kökü”ne ebediyyen bağlılık mesajı ile Türk Milletinin huzuruna çıkan “... Milliyetçi Hareket ise, yatalak ve modası geçmiş taraflarıyle başı boş liberalizma, anarşi yatağı demokrasi ve hain kapitalizmayı hisseden, ona karşı çıkan ve şifayı ruhçulukta bulan” vasıflarıyla; yalancıları, sahtekârları, göz bağcıları tasfiye edecek bir irfan ocağı idi...

O günlerin Milliyetçi Hareket Partisinde üç canlı ses vardır: Birincisi; asliyet, şahsiyet, fazilet ve adalet nizamının kurulmasını “çile” motifi ile kitlelere taşıyan ses!... “Kanımız aksa da zafer İslâm’ın!...” İkincisi; “başıboş liberalizm” ile “hain kapitalizm”in imhasını hedef alan yürekli çıkış: “Savaşımız vurguncu düzenedir; düzene!...” Bu iki sesi tamamlayan ve tarihin derinliklerinden süzülerek akan geleneğin sesi: “Ya Devlet başa, Ya kuzgun leşe!...” İlim, fikir, dava ve iman namusunu can pazarında yüklenen ülkücüler, bu üç ana tema ile motive oldular ve ilkel kapitalist sömürünün fukara bıraktığı milletin teveccühünü, Necip Fazıl rüzgârını da arkalarına alarak kazandılar.

Seçim neticeleri mükemmeldir. Necip Fazıl, bu mükemmel neticeyi şöyle yorumladı:

“ ... Milletin kök davacısı olan Milliyetçi Hareket Partisi, ilk hamlede 1-2 milletvekilinden bir anda 17’ye sıçramakla, kendisine millî teveccühün yönelmeye başladığını görmüş ve Hak yolunda verdiği 4000’i aşan kurbanla bu teveccühü gerçek bir elmas madeni halinde vitrinlemenin nailiyetine ermiştir. Bu vitrin herhangi bir barışmaz ve kaynaşmaz eşya karışıklığına uğramazsa birgün bütün Türkiye’yi kadrosu içine alabilir.”

1977 seçim neticeleri de ülkeye huzur getirmedi. Anarşi ve terör olayları daha fazla tırmanışa geçti. Hangi kademede olursa olsun, Milliyetçi Hareket Partili yöneticiler marksist silahlı saldırılara hedef olmaya devam ettiler. Öylesine vahim bir noktaya gelindi ki, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bütün ülkede sıkıyönetim ilân edilmesini, gerekirse Türk Ordusu’nun idareye el koymasını talep edecek noktaya geldi. Aksi halde “sine-i millet”e döneceklerini resmen açıkladı. Bu siyâsî gelişmeler karşısında, ta başından beri “vatanın komünist sürfelerden temizlenmesi” için “cerrâhî müdahele”den başka çıkar yol olmadığını savunan Necip Fazıl ise:

“... Kanun, hukuk devleti, demokrasi , hürriyet lâfları, bunların ağzında kazıklı humma mikrobunun hayat hakkı istemesi mahiyetindedir. Ve her şeyden önce bu mefhumları bu gibilerin ağzından çekip koparmak lâzımdır. Bir Kuyucu Murat, bir Köprülü Mehmet Paşa yaratılışında recûl... ihtiyacımız bunadır.” diyordu.

Oldu!...

Zaman geldi, bütün vâdeler doldu... Takvimler 12 Eylül 1980 tarihini gösterirken, Kuyucu Murat Paşa’nın çağdaş versiyonu tepemize oturdu. Ancak, misyon farklılığı hemen kendisini belli etti. Kuyucu Murat veya Köprülü Mehmet Paşa’lar, kendi zamanlarında, devlete sebebsiz âsi olan sergerdeleri “Cerrâhî Müdahele”ye tâbi tutmuşken, zamanın generalleri, devlete sahip çıkanları, “Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe!” diyenleri tırpanlamanın misyonunu yüklendiler!...

Tırpanladılar!...

Tutabildikleri ülkücüyü, Milliyetçi Hareketçiyi, ölüm hücrelerindeki işkence tezgâhlarından geçirdiler. Liderleri ile birlikte, en yetişmiş olanları, en verimli çağlarında zindanlarda çürüttüler. Siyasî haklarını ellerinden aldılar. Diplomalarına, eskiden vatandaş sıfatıyla kazandıkları mükteseb haklarına ambargolar koymak suretiyle işsiz kalmalarını sağlayıp, onları, “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” muamelesine tâbi tuttular.

Milliyetçi Hareket ve Ülkücüler cenahında bunlar olurken, Necip Fazıl cenahında alışık olduğu hareketlenmeler yaşanmaktadır. Son eserlerinden “Vahidüddin” hakkında açılan davada giymiş olduğu on sekiz aylık hüküm, temyiz kararıyla sür’atle kesinleştirilmiş, yetmiş sekiz yaşına gelen bir yazara, çağını aşan bir mütefekkire zindan kapıları yeniden açılmıştır.

Geç kalmışlardı...
Bu defa açamadılar!...

Bir zamanlar “Türkiye’nin çöküşüne engel olabilme çapında ferdî bir zuhur hiçbir partiden çıkamamıştır. Hatta orduyu böyle bir harekete el altından davet edici bir fikre bile uzanabilmiş midir, bilmem! Ben olsaydım orduya (gel ve bu işi sen yap!) hattâ (beni de yakala!) teklifinde bulunmayı en akıllı tedbir sayardım!” diye yazan Necip Fazıl, kendisine zindan kapılarını yeniden açanların heveslerini kursaklarında bırakarak, 25 Mayıs 1983’de Hakk’ın rahmetine iltica ettiği zaman, hudutsuz yetkileri elinde bulunduran cuntanın, tabutundan bile rahatsız olduğunu duymuş mudur; bilemeyiz... Ancak, cenazesinin Fatih Camiinden Eyüp Sultan’a kadar omuzlarda taşınmasına izin vermeyen askerî yönetimin, bu mevzûda ısrar eden kaç genci hücrelere sürüklediğini biliyoruz.

1977 seçimleri evvelinde, Türkeş’le ortaklaşa olarak Türk Milleti’ne sunulan “Beyanname”de Menderes, Demirel, Erbakan tecrübelerinin ışığı altında, MHP ve Türkeş için “emin olmaya yakın ümid” ifadesini kullanarak yeni bir inkısar sezgisi duyan Necip Fazıl’ın, “yeni inkısarlara tahammülü kalmayan yanık yüreği” çarpmaz olduğu vakit, Türkeş, koruduğu sistemin mahkûmu ve mağduru olarak ceza evinde idi.

Daha sonraları şu oldu, bu oldu. Köprülerin altından daha çok sular aktı… Hayat ve siyaset devam ediyordu… MHP’yi vasıta kılarak, İslâm davasının MHP eliyle muzafferiyete erişmesi için MSP’ye ve Necmettin Erbakan’a en onulmaz darbeleri indiren Necip Fazıl yoktu artık!...

Türkiye yeni bir döneme giriyor, 1991 seçimlerinde MHP, MSP’yi veya MSP, MHP’yi Meclise taşıyordu.

Bu tarihlerde ve sonrasında Milliyetçi Hareket meydanları yeniden doldurmaktadır. Lâkin, bu meydanları inleten eski sesler kaybolmuştur. Düne göre belki daha “dindar”, ancak “Hangi din?” sualini akıl ve muhakeme süzgecinden geçirmemekte ısrarlı bütün dinî grupların sevgilisi artık Alparslan Türkeş’tir!.. Bu sevgi kervanına liberal solcular, eski tüfek marksistler de katılmışlardır.

“Kanımız aksa da zafer İslâmın!...”
“Savaşımız vurguncu düzenedir, düzene!...”

sloganlarını haykırmanın yasak olduğu bir yeni dönem başlamıştır.

Demek ki, bu hamleci, bu atak “Türk’ün Ruh Kökü”nden gıdalanan bu aksiyon cehdi, bu “fikir ve imân öfkesi” meydanlardan silinip, kongrelerde Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” müjdeleyen sesi yerine, otuz sene boyunca Ülkücü Gençliğe, “Vatan haini” olarak empoze edilen Nazım Hikmet’in şiiri kekeleyerek ikâme edilirse, vurguncu düzenin bekçilerinden, yeni marka “aferinler” alınırmış!... Hele, bu “aferinler”in daha çok artması için sağ tarafına Tansu Çiller, sol tarafına Murat Karayalçın alınarak, Taksim Meydanında toplanan “ilk-mektep” çocuklarına “lâikçilik” masalı anlatılırsa...

Necip Fazıl, ömrünün son günlerinde Adnan Menderes, Süleyman Demirel ve Necmeddin Erbakan’a ilâve olarak, bir Alparslan Türkeş inkısarı yaşamadı; çünkü bu dünyada yoktu!... Yaşasaydı, MHP’nin değiştirilen yeni hüviyeti hakkında neler söyler, neler yazardı; tahmini güç değil. Ancak O, Türk ruhunu bütün olumlu ve olumsuz yanlarıyla yaşayan bir mütefekkir-sanatkâr olarak, müstakbel inkısarları yarım asır öncesinden literatürüne kaydetmişti. Olan ve olacak olanlar hiçbir vakit sürpriz değildi. Tiyatro eseri “Tohum”da, “Hancı” karakteri ile sembolleştirdiği Ferhad Bey’in rûh hâli, aynen kendisinindir:

- “Ceylanları su başlarında ney çalarak vurduklarını bilmez misiniz? Bu ele avuca geçmez hayvan ney sesini duyunca ağaçların arasından ağır ağır ilerler, su kenarında yere oturur ve dünyanın en güzel gözleriyle hüngür hüngür ağlamaya başlarmış. Pusudaki avcılar, tüfeklerini o asil hayvana çevirirler, rahatça nişan alır ve hep birden patlatırlarmış. Duman kadar çevik hayvan bir taş parçası gibi olduğu yerde kalıverirmiş... Bizde bu rûh ve ellerde bu düzen oldukça bizi vurmak da iş midir? Bize sevdiğimiz havayı çalsınlar, ökselerine mukaddes bildiğimiz şeylerin yemini serpsinler, sırtımızdan nişan alındı demektir. Düşman bizim bu tarafımızı bizden iyi anlayan ve kullanandır. Böyle bir tuzağı o kurar, ona düşeceğimizi bildiği için kurar. Biz de ona düşeriz, rûhumuzun ateşi gözümüzü kör ettiği için düşeriz, düşeceğimiz için düşeriz.”

Bu hâlet bütün Türk Milletinindir…

Ahmet Kaplan

Alıntıdır: www.doguturkistan.net
__________________
(Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça, taşlar bile, “Ey Müslüman şu arkamda gizlenen Yahudi’yi öldür” diye haber vermedikçe kıyamet kopmaz.) [Buhari]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İçi Alev Alev Müslüman,Dışı Pırıl Pırıl Türk!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
MUSTAFA YILDIZDOGAN FAN SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ :: Tarih & Kültür :: Alparslan TÜRKEŞ-
Buraya geçin: